ANTİKA NENE | Çile dolu bir hayat öyküsü

                
 
                     Antika Nene
Çaresizliğin verdiği umutsuzlukla dolu hayatı kendine zindan etmesi beklenirken tam tersini yapıp erken yaşta göçtü mutlak adaletin teceli ettiği diyarlara...
Özetini yukarıda belirttiğim umutsuzlukla umudun, çaresizlikle sabrın yoğrulduğu bir hayata, zulüm de eklenince ortaya çıkan drama  Van'ın Çaldıran ilçesinin bir köyünde denk geldim.
Antika Nene diyorum ben yaşı itibarıyla (gerçi daha 56 yaşındaydı).

Küçük yaşta annesizliği tatmış. Hayatın gerçeklerinin en gerçekleriyle yüzleşmiş bir inançlı kadın, umutlu bir anne, yaşamış bir insan.
Annesi vefat ettikten birkaç ay sonra babası gidip evlenmiş. Antika Nene de o zamanlar 12-13  yaşlarındaymış. Bir de kendisinden 1-2 yaş küçük bir kardeşi varmış. Yeni gelen üvey annesinin de, yaşıtları sayılacak bir kızı varmış.

Kızlar hemen birbirlerine ısınmışlar. Ama üvey anne ne yazık ki aynısını onlara reva görmemiş. Antika Nene anne sevgisine daha doymamışken kendisinden küçük kardeşine aynı sevgiyi vermeye gayretine girmiş kısa bir süreliğine.

Üvey anne vicdansız çıkmış, bunlara etmediğini bırakmazmış.

Baya bir çalıştırırmış bunları. Dinlendirmezmiş bile. Bu garipler, anlatığına göre, hep açmış. Hatta diyor ki "Sabahtan akşama kadar yün yıkıyorduk, buğdaydır arpadır bunları temizliyorduk. Akşam eve gelince de üvey annemiz bize kuru bir bayat ekmek verirdi. Küçük yaşıma rağmen o kadar koyun sağardım  ama daha doğru düzgün o evde sütün tadına bakamadım. Şimdi de huzur yok. Bana huzur vermiyorlar."

Hatta yakın akrabalarından da dinledim: Kendisi baba evinden kaçmadan evvel birgün yine kardeşiyle beraber yün yıkamış sonra eve gitmiş. Evde üvey annesinin annesi kızını ziyarete gelmiş. Bunlarda sessizce oturmuşlar bir köşeye. 

Üvey annesinin annesi bunları çağırmış yanına. Konuşmuş bunlarla. Ne kadar yorgun, bitkin, bertaraf olduklarını görmüş. Kızına seslenip bunlara yemek vermesini istemiş. Kızı da her zaman ki gibi killerden bunlara her zamankinden (Kuru bayat ekmek) vermiş. Annesi kızının bu vicdansızlığını görünce önce kızmış, bağırıp çağırmış sonra da kendisi kalkıp kızının ateş saçan bakışlarına aldırış etmeden bunlara süt, yoğurt vermiş.
Daha sonra aynısını bende kendisinden dinledim bana diyordu ki " Evladım, o gün çok mutluyduk. İlk defa sağdığımız sütü rahatça içebiliyorduk. O süte ekmeği bandıra bandıra saatlerce yedim. "

Ben de daha fazla dayanamayarak sordum "Ya baban Nene? "

Cevabı da yine çok dokunaklıydı: " Babam. Allah' sızın tekiydi. Annem varken de o aynısını yapıyordu. "
Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim, dedi bana iç çekerek.

"Babam evleneli bir iki yıl olmuştu. Allah kendisinden razı olsun üvey kardeşim öyle değildi. Kızı çok iyiydi. Hatta bazen bana bakar sonra da hüngür hüngür ağlardı. Daha fazla dayanamayıp yanımda annesine beddua ederdi. Yine birgün koyunları sağdım hem susuzum hem açım. Eve gelip ekmek istedim ama bu sefer kuru ekmeği de vermedi. Tekrar ahıra dönüp çaresizce Allah'tan ekmek dilendim.

Kızı da ondan habersiz killerin kapısını açmış, anahtar bazen kızında olurdu, taze ekmek, peynir, sebze falan alıp gizliden ahırın bacasından bize atmıştı. İlkin dileğim kabul olmuş, gökten yemek yağdı sanmıştım. Ooffff of! Ne zor günlerdi evladım. Bu günlere de şükretmek gerek.
Sonra yukarı baktım, Zilan. Bana bakıp gülümsedi. Sonra el sallayıp gitti. Zilan bunları birkaç gün bu şekilde bize bacadan attı ama yine birgün böyle atarken annesi farketti. Ahırın kapısını açtı. Benle kardeşim çaresizce baktık ona kardeşime döndüm baktım. Ağzı tıka basa dolu öylece bakıyor. Bir iki üç dercesine geri kalanına saldırdık. Üvey annemizde koşup geldi. Saçımdan tuttu. Tartakladı. Ölmüş anneme küfürler edip kardeşime saldırmaya başladı. Onu korumak için bacağına atladım. Iskaladım. Yerdeki hayvan dışkısının içine gömüldüm. Kokuya zaten alışıktım. Tekrar bana döndü. Başımı tutup dışkının içinde gezdirdi. Ağzımı sıkıca kapattım ama bana yine de yutturdu. Sonrada kızına küfürler ediyor, kardeşime tekme atıyordu.
Sonunda yoruldu. Bizi bıraktı. Dinlenmek için az öteye geçip bizi az bi şey izledi yüzünü buruşturarak. Dışarı çıktı. Ben de olduğum yerden doğruldum. Her yerim ağrıyordu. Kardeşime döndüm başını eğmiş ağlıyor. Bende ağlamaya başladım."
Ara sıra soluklanıp devam ediyordu Antika Nene.
"Akşama doğru kızını yakaladı. Onu da çok dövdü çok. Kocası da akşam geldi. Karısı ona anlattıktan sonra bu sefer o başladı sövmeye. Bu da yetmedi saçımdan tuttup sürükledi beni baya bi. Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda kardeşim başımda hem ağlıyor hem ağıt yakıyordu. Feryatları içimi yakıyordu, yüreğimi dağlıyordu. 'Abla ölme. Abla sen de ölme...'

Dayanamadım yavrum dayanamadım. "
Dinledim, birkaç damla gözyaşıma da engel olamadım.
İşte Antika Nene daha fazla dayanamamış. Evden kaçmak için çareler aramaya başlamış. Onu da şöyle anlatıyor "Daha fazla dayanamadım. Gece gündüz ağlıyordum. Ve birgün 'eğer bir köpek dahi çıkıp benle gel dese, kaç dese ben gideceğim, kaçacağım.' diye ahdettim."
Ahdine de sadık kalmış Antika Nene. Diyor ki"Kocam olacak adam o zamanlar kaçakçıydı. İran'dan mazot getirmiş bizim köyde de mazotunu satmıştı. Bir sabah bizim evin oralara geldi. Bir iki defa bana baktı. Bir iki gün böyle devam etti. Yine birgün sabah namazından sonra koyunlara yem veriyordum ki bir ses işittim. Döndüm. Ahırın dibinde atının dizginini tutmuş adını bile bilmediğim kaçakçı vardı. 'Şışt! Ses çıkarma. Ben sana vuruldum. Aşık oldum. Gel benle, kaçalım. Ben zenginim sana iyi bakarım. Yazıksın. Sana yaptıklarını biliyorum. Pişman olmazsın. Bak bunlar seni evlendirmezler de. Hep böyle hizmetçi gibi çalıştırırlar.' Bu sözler bana çok değişik gelmişti. Sersemleşmiştim adeta. Sonra yavaşça yaklaşıp kolumdan tuttu. 'Haydi!' diye fısıldadı.  Sonra da beni çekti. Ben de hiç direnmedim. Ardından köy mezarlığının olduğu kısma kadar gittim. Sonra daha uuykudandahi uyanmamış olan kardeşimi düşündüm. 'Hayır!' dedim. Elimi çektim. Korkmuş gibi oldu. 'Sessiz ol, bağırma.' Diyebildi bana. Gideceğim, dedim. Bana bir şey demedi. Sonra yaşadığım günler geldi gözümün önüne yavrum. Tekrar oraya dönmeye korkuyordum, dayak yemeye, aç bırakılmaya ama şimdi belki kurtulurum diye düşündüm. Kardeşim ne diyecek diye onu da düşündüm. Ne hissedecek. Ama

tekrar o yere dönmeye cesaret edemiyordum. Kardeşimi de, annemin emanetini, bırakamıyordum.

'O da büyüdü. Benden bir iki yaş küçük. O başının çaresine bakar. Hem belki o da benim yaptığımı yapar. Biriyle kaçar .' diye düşündüm. Ve eteğimi sol avucuma alıp atın dizginini tuttum. Bir atlayışta ata bindim. Kocamda tedirgin bir şekilde atladı. Bana dokunmaya çekinerek dizgini kavradı.

'Deh! Dedi. ' "
Böylece Antika Nene kaçakçıyla kaçmış. Varmış gelmiş yeni köye gelinlik bile giymeden yeni gelin diye.  Sonra çilesi eksik olmayan hikayesine devam ediyor: "Baya bir yol geldik. Yolda bana
dokunmadı, konuşmadı bile. Yeni köye geldik. Hemen beni attan indirip etrafına baktı. Zifiri karanlık sarmıştı her yanı. Bir kapı gıcırtısı duydum. Yeni eve ilk adımımı attım o zaman ne umutlarla. Sonra bir ışık sardı her tarafı. Meraklı gözler bir bana bakıyor bir de kocam olacak kaçakçıya. Sesizliği kayınvalidem bozdu: 'Hoş geldin oğlum.'

Kocam 'Hoş bulduk ana.' dedikten sonra yan odaya geçti. Konuştular. Ben de öylece ayakta bekliyordum. Meraktan ayakta olduğumu unutmuşlardı herhalde. Odadan nihai karar çıktıktan sonra kayınvalidem ' Hoş geldin gelinim.' diyerek bana yer gösterdi. Oturdum çekine çekine."
Daha sonra imam çağırıp nikahlarını kıldırtmışlar.

Antika Nene alışmaya çalışmış ilkin.  Alışmış alışmasına da kocası bu sefer üvey annesinin yapamadıklarını yapmaya başlamış. Hem anlatıyor hem ağlıyordu Antika Nene. Eşlik etmemek elimde değildi.
Vicdansızlarla sarılmış etrafı garibin. Kendini çok ezik görmeye başlamış eski çile dolu hayatına göre. İlk çocuğunu yediği dayaktan dolayı düşürmüş. İkincisine hamile kalmış kısa bir süre sonra. Bu seferki onca dayağa rağmen düşük olmamış. Dokuz ay sonra kafasında onlarca kırıkla Vehmi doğmuş.

Gün gelmiş ikinci, üçüncü, dördüncü çocuğu derken dokuzu kız biri erkek on çocuğu olmuş. Vehmi en büyükleriymiş.

Vehmi de baba mesleğini yapmaya başlamış on altısına basarken. Bir iki yıl İran'dan kaçak mazot getirmiş. On dokuzuna basınca da nişanlamış biricik oğlunu Antika Nene. Nişanlandıktan iki ay sonra yine İran'dan mazot getirmeye gitmiş. Bir daha da geri gelmemiş. Günlerce haber alamamışlar. Antika Nene ağlamış, kahrından yatağa düşmüş. Nihayetinde haber gelmiş. Mazot getirirken İran'dan atıyla beraber basmış mayına. Haber tez ulaşmış Antika Nene'ye. Cenazesini sormuş. Bulamadık, demişler.

Antika Nene daha fazla dayanamamış düşüp bayılmış. Bir daha da uyanamamış.


Kendisiyle konuşurken o zamanlar oğlunu çok överdi. Tek umudum o diyordu.  Ayrılmıştım köyden kısa bir süre sonra. İki yıl sonra tekrar köye uğradım. Bulamadım. Ramazan bayramıydı. Köyde vekaletten imamdım. Namazdan sonra mezarlığı ziyaret ettik. Dua okumak için bir mezarın başına geçtim. Ellerimi kaldırdım. Mezar taşında Antika (.....) Ruhuna El-Fatiha. Ölüm tarihi 2016 yazıyordu. Mezarlıkta başlamıştı çileli hayatı mezarlıkta son bulmuştu.

Sabırlı, fedakar, çaresiz timsali o güzel insan için el-Fatiha...

Yorumlar

Popüler Yayınlar